Manges (Külhanlar) Orkestrası
....
Web ortamında birçok
sitede “buzuki”nin tarihçesi ile
ilgili yazılar var. Tabi her zaman olduğu gibi bunlar; kopyala yapıştır
yöntemiyle hep aynı kaynağa dayanan bilgilerden oluşuyor. Eski bir müzisyen
olmam ve bir zamanlar buzuki de çalmam dolayısı ile bu konuda bir şeyler yazmak
istedim.....
Buzuki ile tanışmam 1970
ya da 71 yıllarında Sıraselviler Özgül Taverna’da oldu. Burada Grek müzik
yapıyorduk ve ben gitar çalıyordum. Birlikte çalıştığımız bas gitarist Andon
Venturis, (Şimdi Yunanistan’da yaşıyor)
bana bir gün bir buzuki getirdi ve çok uygun bir fiyata bir arkadaşının
sattığını istersem almamı söyledi. Müzik de bir matematiktir. Eğer bunu
çözerseniz aslında çok kolaydır. Aşağıda buzukinin tarihini anlattıktan sonra
teknik olarak da bazı bilgiler vereceğim ve orada gitarla buzukinin
karşılaştırmasında yukarıda matematikten ne kast ettiğim anlaşılacaktır.
Ben bu sazın sesini çok
beğendim. Buzukinin sesini elbette ki biliyordum. Ama eline alıp çalmak başka
bir durummuş. Bunu çalışmaya başladığımda anladım. Bir hafta kadar sonra
repertuarımızı çalmaya başladım. O zaman çalıştığımız kadro şuydu: Heny ve
Vasilaki çifti. Eski Grek tavernalarını bilenler bu efsane ikiliyi mutlaka
tanırlar. Ayrıca Dimitri Orfanidis adlı bir solistimiz vardı. Dimitri de çok
iyi bir solistti ama çok detaycıydı. Kaprisli demiyorum çünkü yaptıkları kapris
değil kendine yaptığı eziyetti. Şarkı söylerken bir eli de ses düzeninde ve inanın
ne aradığını anlamak mümkün değildi. Aynı durum, ne çalarsan çal o mutlaka
başka bir ses, başka bir nota ya da tını isterdi. Biz bunu kanıksamış ve hiç de
oralı olmuyorduk.
Bir cumartesi akşamı, ben
buzukiyi sahne arkasında hazırladım ve Dimitri çıktığında aniden elime alıp
çalmaya başladım. Gitarla yaptığım sololar birden bire buzuki tınısı ile
duyulmaya başladı.
Dimitri “Vre” diye arkasına döndü. İnanamadı ve
o gün ilk defa bir şeylerle uğraşmadan şarkı söylemeye başladı. Ben birkaç
hafta içinde tüm repertuarı buzukiyle çalmaya başladım. Gitarist Bojidar iken,
bir de Buzuki Bojidar oluverdim. O zaman İstanbul’da bilinen birkaç buzukici
vardı. Bunlardan biri, Buzuki Çiço, İngiltere’den gelmiş uçuk kaçık bir adamdı.
Hani şu Avrupa’da arabasını isteyerek duvarlara çarpan gruplar vardır ya
onlardan birine üyeydi. Bir minibüsü vardı. Onu kaporta yaptırır sonra bir
haftada eski yamuk yumuk haline getirirdi. Bir de Buzuki Erol (Örter) vardı ki o tam bir virtüözdü.
İşte bu birkaç buzukicinin
arasına yeni yetme gitarist-buzukici olarak ben de katılıverdim.
Arkadaşım Andon bana
buzuki ile birlikte bir de buzuki ile ilgili bir kitap getirdi. Kitabın adı:
Buzuki... Yazarını şimdi anımsamıyorum ama orada buzukinin tarihçesi vardı.
Tabi bu Yunanca kitap hakkında; arkadaşım Andon’a ara sıra birkaç sayfasını
tercüme ettirerek içeriği hakkında bilgi sahibi oldum. Şimdi o kitaptan hayal
meyal hatırladıklarım, süreçte edindiğim bilgiler ve teknik olarak -tabi daha çok gitar gibi telli sazları
çalanları ilgilendirecek- bazı bilgileri burada paylaşmak istiyorum.
Buzukinin, Yunanistan’ın
Osmanlı idaresi altında olduğu yıllarda, Anadolu’dan gittiği biliniyor.
Buzukinin hikâyesine geçmeden, bu süreçte çok önemli olan bağlama hakkında
biraz bilgi vermek gerekiyor.
Bağlama; günümüzde çok farklı
şekillerde imal edilmektedir. Hatta buzukinin oluşum sürecinde kullanılan
dilimli ya da parçalı yöntemle, aslında bağlamanın özüne pek de uygun olmayan,
fantezi imalatlar günümüzde yapılmakta ve birçok ünlü usta tarafından da bu tür
“devşirme” bağlamalar
kullanılmaktadır.
Ancak bilinen ve
geleneksel yöntem şudur: En tercih edilen dut ağacının ve yine tercihen köke
yakın kısmından kesilen parçalardan tekne, yani sazın alt ve bombeli kısmı
yapılır. Bunu daha çok Anadolu’da köylüler yapar ve tekneleri -şimdi mutlaka bazı araçlar ve aparatlar
yardımıyla yapıyorlardır- keserle bir forma getirip, ham olarak,
şehirlerdeki saz yapımcılarına satarlar. Saz yapımcıları da bu tekneleri sapla
birleştirerek bağlama ve türleri haline getirirler.
M.Ö. iki binli yıllarda;
Doğu Akdeniz, Mezopotamya ve Doğu Asya'da bağlama ve türlerinin bulunduğu
bilinmektedir. M.Ö. 1700-1600 arasında bu türlerin Mısır'da da var olduğu
arkeolojik kalıntılardan anlaşılmaktadır.
Anadolu'da ise, M.Ö.
1650-1350 tarihlerinde, Eski Hitit Dönemi'nde de bu tür çalgıların kalıntıları
bulunmuştur. Gaziantep’te yapılan bir kazıda Geç Hitit Dönemi'ne ait bulunan
kabartma taş levhalar üzerinde de bağlama türlerine rastlanmıştır. Frig, Lidya
ve Urartu hakkında birçok kaynakta bu tür çalgılarla ilgili az da olsa veri
vardır.
Burada bağlama hakkında
daha çok fazla bilgi verilebilir. Yazıyı uzatmadan ve çok kısa bir tanımlama
yapmak gerekirse; bağlama bir Anadolu sazıdır ve çok uzun bir tarihsel süreçten
günümüze kadar gelmiştir.
Endülüslerden, Avrupa’ya
geçen “lût” ya da Arapça adı ile “el-lud” familyasına bağlamak isteyen ya
da bağlayan, hatta akademik kaynaklar da vardır. Benim yaptığım kişisel, tarihsel araştırmalarda; “lut” farklı bir sazdır. Bu “lût”
ve türleri Endülüs’ten Avrupa kültürüne sıçramış, esas adı olan “el-lud” zamanla, lût ve lavta (Fr: luth) olarak süreçte yer almıştır.
Bu Endülüs sazı “lût”; buzuki ile ilgili süreçte çok
önemli olduğundan, şu çok az özelliğini de yazmak gerekiyor: Lût; uda da
benzemekle beraber, gövdesi daha az dilimli ve uttan en temel farklılığı
perdeli olmasıdır.
Buzukinin süreci; işte bir
yanda Anadolu, öte yandan bu Endülüs sazından esinlenerek bir yere gelmiştir.
Rivayet şudur: Anadolu’dan, o zaman Osmanlı yönetiminde olan Mora Yarımadası’na
gelen bir bağlamacının sazı parçalanır. Bağlamacı bunu bir telli saz
üreten/tamir edene, yani “luthier”e
götürür. Lutier; eski tanım ile telli saz üreten kişi olmakla beraber günümüzde
artık telli sazları tamir edenlere denmektedir.
İşte burada yine bir ipucu
var… Luthier, “lût”tan türeme bir
tanımdır. Bu noktada ben yine bir Anadolu kültürü olan bağlama yapımını;
Endülüs’ten, uzun bir yolculuk yaparak Avrupa’ya giren telli saz imalatı ile
akraba saymıyorum.
Luthier; parçalanmış
bağlamayı tamir ederken, nereden bir dut tekne bulabilirdi ki. O da bildiği
yöntemle yani “Dilimli Gövde”
tekniği ile bağlamayı onardı. Tabi bağlamacı sazını görünce feveran ederek buna
“bozuk “dedi ve sazını almadı.
Harcadığı emeğin karşılığını alamayan ve üstüne de hakaret gören tamirci buna
tepki olarak üzerine “bouzuk” yazdı
ve vitrine astı. Ancak bu bozuk saz hemen alıcı buldu ve başka talepler de
geldi. Zamanla farklı yerlerde üretilmeye başlandı ve “bouzuki” denen saz ortaya çıktı.
Bu rivayeti, bağlamadaki,
farklı yörelerde kullanılan “akort”
sisteminden biri olan “bozuk düzen”le
bağdaştıran hatta tamamen bozuk düzenden geldiğini savunanlar, net ortamında
paylaşanlar var. Ama bu doğru değildir. Hatta bazı tarih bilgisi hiç olmayan ya
da hesap yapmayı bilmeyenlerin yazdığı bazı kaynaklarda buzukinin, mübadele ile
birlikte Yunanistan’a girdiğini iddia edenler de var.
Çok basit bir matematikle;
mübadele, yani Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesi; Lozan
Andtlaşması’nı (1923) müteakip, 1924
yılında başlamıştır. Oysaki yine basit bir aritmetikle; Yunanistan, Osmanlı
İmparatorluğu’ndan, 30 Ağustos 1832 tarihinde kopmuş ve bağımsızlık ilân
etmiştir. Bu hikâye, rivayet ya da nasıl tanımlanacaksa, 1832 ile Osmanlı
yönetimi yılları arasında geçmesi gerekir. Bu kadar yakın bir tarihi net ortamında
paylaşılması ve çok fazla sitede yer alması; buzukinin tarihine, amiyane bir
tabirle hakarettir.
Buzukinin, Anadolu’dan
gelme bir sazdan tesadüfen ortaya çıkmış olması, bazı fanatik Yunanlılarca
kabul edilmek istenmez. Fakat benim 1970 yıllarında elimde olan bir kitapta da
bildiğim ve süreçte yaptığım araştırmalarda bu gerçek; buzukinin, bozuk bir
bağlamadan esinlenilmiş ve ad takılmış olması gerçeği en bilinen ve doğru olan
“buzuki tarihi”dir.
Şimdi gelelim buzuki ile
ilgili biraz teknik bilgiye. Bu kısım başta gitar olmak üzere telli sazlar
çalanları daha fazla ilgilendirecek.
Esas geleneksel buzuki üç
sıra tellidir. Buna Yunanlılar üç telli anlamında “trikordo” derler ve akort sistemi “Re-La-Re” şeklindedir. Zamanla buzuki üzerinde de değişiklikler
yapılmış ve üç sıra telli olan geleneksel buzuki dört sıra telli olarak imal
edilmeye başlanmış olup bu gün en yaygın olan buzuki türüdür. Dört telli
buzukiye Yunanlılar “tetrakordo”
demektedirler ama halk ve müzisyenler arasında “tetrakordo” yerine “kitaro
buzuki” tanımlaması daha çok yerleşmiştir.
Tetrakordo ya da kitaro
buzuki (yani gitar buzuki) “Do-Fa-La-Re” akort düzeninde
kullanılır. İşte tam burada en fazla gitaristleri ilgilendiren şu teknik bilgiyi
vermek istiyorum: Gitarın akort düzeni; “Mi-La-Re-Sol-Si-Mi” şeklindedir. Dikkatle
bakıldığında, dört telli buzukinin akordu ile gitarın alttaki dört telinin
akordu arasında bir tam ses fark vardır. O zaman çok basit olarak gitarda en
bilinen ve kolay akor olan “La Minör”
akorunu basar gibi, buzukinin üzerinde aynı pozisyonu basarsak bir tam ses pes
olarak ortaya “Sol Minör”
çıkacaktır. Bunun gerisi artık telli sazlar çalanlara kalsın.
Yunanistan müzik kültürüne
sadece bağlamadan türeyen buzuki girmemiştir. Halk müziğimizde farklı bir ses
olan ve klasik halk müziğimizin vazgeçilmezlerinden olan “cura” aynı görüntü ile ancak dilimli teknikle imal edilmiş gövde
ile Yunan müziğinin buzukiden sonraki ikinci sazıdır. Ama bir farkla; adı “baglama”dır. Başka tür ve uzun saplı,
tamburu andıran bir diğer Yunan sazına ise “caura” denir. Bu da sanırım curadan türeme bir addır.
Yakın kültürlerde ve bir
tarih diliminde başka uluslarca yönetilen uluslarda esinlenme bir hakikattir ve
bu bağlamda; asırlarca Osmanlı idaresi altında kalan bu günkü Yunanistan’ın
milli sazı olan buzukinin hikâyesi işte bu Mora Yarımadası'nda ortaya çıkan “bozuk” bir sazdan gelmektedir.
Bojidar Çipof
11
Şubat 2010